Kongo' ya Vahşi Yolculuk
Sevcan AKESİ - Denta Club
İstanbul' dan
uçağımızın havalanmasıyla
Kinshasa' ya doğru başlayan yolculuğumuzda
aslında bizi nelerin beklediğinin farkında
bile değildik...yaklaşık 7 saat süren
yolculuğumuz sonunda aksam saatlerinde
(21.00 gibi) Kinshasa' ya indik. Go Congo
isimli turizm şirketinin sahibi ve 1 hafta
bize rehperlik yapacak olan
Belçika' lı Michelle bizi karşıladı
ve otelimize geldik.
Kongo gezimiz,
tamamen kırsal kesimde Bantu ve Pigme
köylerinde, yerel halkın içinde, Kongo
nehri, Ntumba gölü ve Kongo'nun yağmur
ormanlarında geçecek..Bu nedenle
Kinshasa'dan bir küçük uçakla 2 saatlik bir
yolculuk yaparak Mbandaka'ya geçiyoruz.
Ve yıllardır hayalini
kurduğum muhteşem tur başlıyor..
Tek parça ağaçlardan
oyularak yapılmış kanolarla
Nkake Bokote yönünde yol almaya
başlıyoruz..Geçtiğimiz su yolları
muhteşem..5 bazen de 6 yerli kürekçinin
Bantu dilinde söyledikleri şarkılarla
birlikte yağmur ormanları içinde nehrin
İkoko kolu boyunca ilerliyoruz...yaşam dolu
bir bölge harika bir habitat...Bu
güzellikler anlatmakla olmuyor herşey
yaşanınca güzel...Gözünüzün alabildiğince
kökleri sular altıda kalmış yağmur
ormanları..Mangrov Ormanları tarzında veya
bizim İğneada'ki Longoz (subasar) ormanları
benzeri....Su yer yer şarap renginde, sebebi
bitki köklerinin ve yaprakların çürüyerek bu
rengi vermesi.Geçtiğimiz
yollar boyunca ormanın ve suyun derin
sessizliği içimizi ürpertiyor..Bu arada bu
muhteşem orman dünyanın en güzel
kelebeklerine ev sahipliği yapıyor...Suya
meydan okuyan ormanların içinden geçerken,
su yolumuza düşmüş büyük bir ağaç kütüğü
yolumuzu kesiyor...Bizler kanodan iniyoruz
ve Michelle'in kürekçilerinin yolu
açmalarını bekliyoruz..Çok uzun sürmüyor bu
konuda çok başarılılar testerelerle ağaçları
kesiyorlar ve yolu açıyorlar...
5 saatlik bir kano
yolculuğu sonucu akşamüstü Bokote köyüne
varıyoruz..kanolarımız köye yaklaşırken
çocukların çığlıklarını ve "Mondela" diye
bağırışlarını duyuyoruz. Beyaz insana, model
insan anlamında "Modella" demişler..Bu söz
bozularak halk ağzında
"Mondela"ya dönüşmüş..Özellikle
çocuklar arkamızdan hep bu şekilde
bağırıyorlar. Karaya çıkmamızla bütün
çocuklar etrafımızı sarıyor..100'lerce çocuk
çığlıklarla bizleri karşılıyor. Günlerdir
bizim köye gelmemizi beklediklerini
öğreniyoruz..Bize uzaydan gelmiş gibi
davranıyorlar..Biraz ürkek ama sevgi
dolu..Oyun oynamak, dans etmek, şarkı
söylemek istiyorlar büyük bir merakla
bizleri seyrediyorlar. Birlikte dans ediyor
şarkılar söylüyoruz onların da, bizim de
hayatımızda çok özel bir gün...Resimler
çekiyoruz derken uzaktan Şefleri
görünüyor..Bize hoşgeldiniz diyor. Bizim
şefimiz Orhan Hoca da köylerinde bulunmamız
nedeniyle kendisine bir hediye veriyor.
Bu köy çok fakir ve
çok hastalık var. Özellikle sıtmalı insan
sayısı çok fazla...Malaria kasıp kavuruyor
ortalığı..Kasawa yemekten göbekleri şişmiş
çocuklar, yarı çıplak elleri ayakları yara
bere içinde, yarım yaka yarım paça ortalıkta
dolanıyorlar..
Akşam yemeği için
papaz bizi evine davet ediyor..Odun ateşinde
pişirilmiş kuru fasulye ve pilav, papazdan
alınan kuru soğan eşliğinde yeniyor..
Hava kararıyor
elektrik yok tabiki yatma vakti....Çok
yorgunuz ama uyumak ne mümkün çocuklar
tepemizde saatlerce bağırıyorlar...Sonunda
yorgunluktan sızıyoruz...
Çadır arkadaşım
Filiz'e gülerek:
-Galiba bizimkileri
yediler sıra bize geldi.. diyorum..
Filiz telaşla:
-Sevcan'cığım biz
kıymetli insanlarız. Niye buraya geldik.
diyor..
Ben de içimden:
-Sevcan dünyada
gidilmesi en sakıncalı 10 ülkeden 8.si Kongo
idi. Bunu biliyor muydun? Evet biliyordum.
-Aidsin ilk bu ülkede
görüldüğünü, çok yaygın olduğunu, sıtmadan
ve sarı hummadan insanların kırıldığını
biliyor muydun? Evet biliyordum.
-Bantuların Pigmeleri
yediğini biliyor muydun? Evet biliyordum.
O halde..? Niye
burdasın?
-Afrika'yı
seviyorum...
Aynı günün sabahında
da Michelle ile yerlilerin en son 1960'larda
beyaz insan (mondela) yediklerini
konuşmuştuk..Acaba sonumuz mu geliyordu?
Dışarda neler
olduğunu anlamak için çadırın dışına da
çıkamıyoruz..Kaderimize boyun eğmiş
bekliyoruz.Bu arada arkadaşlarımızdan da hiç
ses çıkmıyor..
Çadırın içinde
korkulu bekleyişimizden bir 5 dakika sonra
sesler bizden uzaklaşmaya başlıyor...Ama o 5
dakika hayatımızdan bir 5 günü alıp
götürüyor.
O kadar yorgunuz ki
tekrar uyuyoruz...
Sabahın yeni
aydınlandığı saatlerde yine aynı seslerle
uyanmadık mı? Olur şey değil..Ne oluyor
böyle..Neyseki hava aydınlanmaya
başlamıştı..Sonradan öğreniyoruz ki gece
olan ilk bağırışmalar köyden bir çocuğun
ölmesi sebebiyleymiş.Sabahki tam-tamlar ise
sabaha karşı doğan ikiz bebekler içinmiş...
Çok kötü bir gece
geçiriyoruz..
Sabah gecenin
sıkıntılarını atmak için kiliselerindeki
ayine katılıyoruz..Sonra ikiz bebekleri
tebriğe gidiyoruz.Daha sonra da yeni doğan
bebeklerin aile gösterilerini izliyoruz.Köy
halkıyla birlikte bebeklerin babası ve
babaannesi başları ve vücutları yeşil doğal
yapraklarla süslenmiş bir şekilde şarkılar
söyleyip dans ediyorlar..
Yerli halkın ölene
doğana tam-tamlar çaldıklarını öğreniyoruz
ama biraz geç oluyor.
Artık enerjimizi
toplamalıyız çünkü bizi, geçmek zorunda
olduğumuz İkoko nehri ve
Ntumba gölünün zorlu suları bekliyor....
Orta Afrika' ya hayat
veren Kongo nehrindeki maceralarımızdan
birini güzel bir Afrika Atasözüyle bitirmek
istiyorum...
Sular yükselince,
balıklar karıncaları yer...
Sular çekilince de
karıncalar balıkları yer...
Kimse bugünkü
üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin..
Çünkü kimin kimi
yiyeceğine
" suyun akışı " karar
verir...
AFRİKA ATASÖZÜ